DÜNÜMÜZ… BUGÜNÜMÜZ… YARINIMIZ…
- Gürkan Kavrazlı
- Sep 2, 2019
- 6 min read
II. Bölüm: X-Y ve Z kuşakları… Alışkanlıklarımız…
Peki, siz bugünün gençleri ne, neyi, nasıl yaşıyorsunuz?
Aklınızı ve beden gücünüzü ne kadar ve nasıl kullanıyorsunuz? Kullanabiliyor musunuz?
Bize zamanında nasıl bir gelecek bırakıldı, emanet edildi? Biz size ne ve nasıl bir gelecek bıraktık, bırakıyoruz?
Neden “geleceğimiz sizlersiniz… gelecek nesiller… siz gençler… diyerek sizlerden çok şeyler bekliyor ve ümit ediyoruz?
Devir teknoloji devri. Hani diyorlar ya;” Endüstri 4.0 Devri”. Siz bu devri nasıl yaşıyorsunuz? Nasıl faydalanıyorsunuz? Fayda mı görüyorsunuz, yoksam zarar mı? Y ve Z kuşakları bu devri nasıl yaşadı ve yaşıyor?
Bilgi/Hatırlatma:
Jenerasyon X 1961 ve 1981 arası doğumlu Jenerasyon Y (Millenials) 1970 sonları ve 21.yüzyılın ilk yılları
Jenerasyon Z (Digital Natives) 2000 ve sonrası doğumlu

1980-1999 arası doğan ve insan kaynakları literatürüne ‘Y Kuşağı’ olarak geçen kuşak Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 25′ini kapsıyor.
Bakkala bile gitmenin zulüm olduğu bu günde artık her şey ayağınıza kadar geliyor. İnternet satışı yapan firmanın bir reklamı vardı hani:” O televizyon buraya gelecek.” Bırakın televizyonu ekmek isteyin o bile geliyor ayağınıza kadar. Olmayan kitap okuma alışkanlığından ve artık okumak isteyenlerin telefon ve/ya tabletten okuma yapmaları nedeniyle düşen kitap satışları mı dersiniz… Yine telefondan, tabletten veya pc den oynanmakta olan oyunlar nedeniyle ( yeni meslekler türedi ) sokak oyunlarının ve arkadaşlığının ne olduğunun unutulduğu, koşuşturmacaların yalnızca iş için çarpışan insanlar ile dolu olduğu sokaklar ve caddeler mi dersiniz… Yoksa kafelerde saatlerce oturarak zamanı geçiren veya kaybeden gençlik mi dersiniz… Telefonlardan takip edilen adı “Youtuber” geçen, birçoğunun aptalca şeyler yaparak kendilerini izleyen insanların üzerinden para kazananlar mı dersiniz… Tecrübe kazanmayı bırakın, daha kolay para kazanmanın yollarını bulma devri başladı sosyal medyalarda. Sosyal Medya, “Ben zengin oldum, sizde olabilirsiniz.” diyerek şartları ve konuları anlatan kişilerle doldu. Ülkeye zerre katkıları yok ancak en çok takip edilenlerde onlar oldu. Daha öncede belirttiğim fikrimde sabitim; Türk milleti artık çalışkan değil, ülke tembellerle doldu ve hatta taşıyor, akıllı olanlar aklı olanlarda ülkeden kaçıyor.

Dünümüz belli, bugünümüz de… Ya peki yarınımız!!!
Bugünün gençleri, yarının geleceği… Doğru mu? Veya doğru bir söz mü?
Bugünün gençlerine yarını yaratabilmeleri için ne bıraktık/verdik?
Bir genç kardeşimiz cesurca davranarak özgüvenini açığa vurarak bakın nasıl sesleniyor, haykırıyor X ve Y kuşaklarına:
Ben 21 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Yazılarınızı fırsat buldukça okuyorum.
Yazılarınızda sık sık “Gençlik nereye gidiyor?” türünden yakınmalarınız oluyor? Gençlik derken herhalde lise ve üniversite öğrencilerini kastediyorsunuz. Bu durumda ben de nereye gittiğini çok merak ettiğiniz o grubun bir üyesiyim.
Madem bu ülkede yaşayan insanları gençler ve yetişkinler olarak ikiye ayırdınız, ben de siz yetişkinlere bazı sorular sormak istiyorum.
Bir köşe yazarı olarak gençlerin nereye gittiğinden çok, yetişkinlerin nerede durduğuyla ilgilenmeniz gerekmiyor mu?
Ülkenin başını belaya sokan olayların başaktörleri genelde gençler mi, yoksa yetişkinler mi?
Bu ülkede yüz binlerce öğrenci tek bir soru fazla yapabilmek için dirsek çürütürken, birileri sınav sorularını ve sorularla birlikte gençlerin hayallerini çaldı ve geleceğimizi çürüttü. Bu soruları çalanlar lise öğrencileri miydi?
15 Temmuzu planlayanlar kaçıncı sınıfa gidiyordu?
Milletin yüzüne baka baka yalan söyleyen siyasetçiler hangi üniversitede okuyor?
Sanatçı kimliğiyle her türlü ahlaksızlığı yapanlar ergen mi?
Din adamı sıfatıyla ekranlara çıkıp inancıma ve değerlerime küfredenler kaç yaşında?
Sinemada 7 yaş üstüne uygun olarak işaretlenmiş filmde bel üstüne çıkamayan yapımcılar kaç doğumlu?
Lütfen artık gençliğe laf söylemeyi bırakın da yetişkinlere bakın ve “Sizler bu ülkenin geleceğisiniz!” gibi klişe sloganlardan vazgeçin.
Çünkü sizler bu ülkenin bugünüsünüz. Siz yaşadığınız günü bile kurtaramazken, yarınları kurtarma işini niçin bize ihale ediyorsunuz?
Kimin elinin kimin cebinde belli olmadığı, çarpık ilişkilerle dolu dizilere reyting rekoru kırdıran sizlersiniz. Kan damlayan, şiddet kusan senaryoları siz yazdırıyorsunuz.
Evlilik gibi kutsal bir müesseseyi, evlilik programlarında virane bir gecekonduya dönüştüren yine sizsiniz.
Youtube fenomenlerini seyrediyoruz diye ağlaşıyorsunuz. Ama o fenomenlere film çektirip parayı götüren sizlersiniz.
Siz gece kulüplerinde kavga eden futbolcuları el üstünde tutarken, okul koridorlarında kavga eden öğrencileri disipline gönderemezsiniz.
Bir yandan her türlü rezilliği özgürlük olarak sunan, cinsiyetsiz bir toplum özlemiyle yanıp tutuşan yazarların kitaplarını okurken, bir yandan ailenin öneminden bahsedemezsiniz.
Yetişkinler para hırsıyla sürekli inşaat yaparak şehri betona boğarken, gençlerden geleceği inşa etmelerini bekleyemezsiniz.
Alttan bir sürü dersiniz var, bize üst perdeden ahlak dersi veriyorsunuz!
Size bir şey söyleyeyim mi? Yeni nesil pırıl pırıl. Hiçbir sıkıntı yok. Asıl sıkıntı, yeni nesle eski nesilleri unutturan yetişkinlerde.
Son iki yılda kaç tane Türk filmi çekilmiş ve geçmişimizi anlatıyor. Kitapçıların çok satanlar rafındaki kitaplardan kaç tanesi gençlere ecdadını sevdirmek için yazılmış acaba?
Siz dedelerinizin emanetine sahip çıksaydınız, biz de yarınları emanet olarak kabul ederdik belki. Ama şu durumda hiç emanet alacak durumumuz yok! Kusura bakmayın!
Geçmişini unutturduğunuz bir nesle, gelecekten ödev veremezsiniz!
Bu yüzden aranızda, “Yeni nesil şöyle, yeni nesil böyle!” diye konuşup durmayı bırakın!
“Senin yaşında Fatih İstanbul'u fethetmişti!” diyerek demagoji de yapmayın! Evet, 21 yaşındayım. Ama Fatih’in İstanbul'u fethettiği yaşta değilim.
Çünkü benim babam II. Murad değil, hocam da Akşemseddin değil.
Zaten İstanbul da artık Fatih’in fethettiği İstanbul değil.
Kalın sağlıcakla..
Kaynak: #LojistikHasbihal (den alıntı)
Her şeyler elimizin hemen altında. Soru sorsan cevap veriyor. İstesen geliyor. Birinci bölüm yazımda bahsettiğim 70-80 li yılların çocukluğunu, yaşananları ve yaşanmışlıkları yok etti, ediyor. O yıllarda yaşamışların anılarında kalanı paylaşırken, anlatırken yeni nesil boş gözlerle bakıyor, bazen de gülüyor. Çünkü nasıl bir şey olduğunu bilmiyor.
İşte tüm bunların sebebi ve sorumlusu, sorumluları kim/ler?
Peki, bugün sahip olduğumuz ve yukarıda birçoğundan bahsettiğimiz kötü ve olumsuz alışkanlıklarımızdan kurtulabilir miyiz? Bunları değiştirebilir miyiz?
Kötü alışkanlıklarımızı iyi alışkanlıklara çevirebilir miyiz? Nasıl?
Aristoteles, Nikomakhosa Etik adlı eserinde, “bazı düşünürlere göre insanların iyiliği yaradılıştan gelir, bazılarına göre alışkanlıklardan, bazılarına göreyse eğitimden kaynaklanır” der. Aristoteles’e göre bu faktörlerden en önemlisi alışkanlıklardır. Düşünmeden ortaya koyduğumuz davranışların en gerçek benliklerimizin kanıtı olduğunu söyler. “Tohumu beslemesi istenen toprak parçası nasıl önceden hazırlanmalıysa, doğru şeyleri sevip doğru şeylerden nefret etmesi istenen öğrencinin aklı da alışkanlıklarla donatılıp hazırlanmalıdır.” Alışkanlıklar göründüğü kadar basit değildir. Alışkanlıklar ( aklımıza kök salmalarından sonra bile ) kader değildir. Usulünü öğrendiğimiz an alışkanlıklarımızı seçebiliriz. Nasıl çalıştığını anladığımız taktirde her alışkanlığı değiştirebiliriz. Bu şekilde, Liseden terk bir genç, başarılı bir müdür olabilir.

Ne var ki, bir alışkanlığı düzeltmek için onu değiştirmeye karar vermelisiniz ( kumar oynamak, içki ve sigara, akşam yemeğinden sonra çay içmek, meyve yemek, çerez kucağımızda dizi seyretmek, uyuya kalmak vb. daha birçoğunu ). Alışkanlıkların rutinlerini doğuran işaret ve ödülleri tespit edip alternatifler bulmak için çok çaba harcayacağınızı bilinçli olarak kabul etmelisiniz. Kontrolün sizin elinizde olduğunu bilmeli, onu kullanabilecek kadar öz bilinçli olmalısınız.
“Bütün hayatımız, iyiliğimiz veya kötülüğümüz için sistematik olarak düzenlenmiş ve bizi karşı konulamaz bir şekilde kaderimize doğru taşıyan bir yığın (fiziksel, duygusal ve düşünsel) alışkanlıktan başka bir şey değildir” der bize William James.
İnanma isteği, değişim inancı yaratmanın en önemli unsurudur. Ve o inancı yaratmanın en önemli yöntemlerinden biri de alışkanlıklardır. Alışkanlıklar, ilkin zorlukla yaptığımız bir şeyi zamanla daha kolay yapar hale gelmemizi ve nihayet yeterince alıştırma yaptıktan sonra yarı-mekanik olarak ya da hemen hiç farkında olmadan yapmamızı sağlar.
Michael Phelps’e antrenörü, havuzda antrenman sırasında ve daha çok müsabakalar sırasında karşılaşabileceği sorunları, sorunların ne olabileceğini düşünmesini, bunlar ile nasıl mücadele edebileceğini sürekli düşünce yoluyla beyninde canlandırmasını, çözüm üreterek başarıya ulaşmasını hayal etmesini söyleyerek alışkanlık edinmesini sağlamış. Michael Phelps’in son dünya rekoru kırdığı yarışmada, yüzmesi sırasında gözlüğünün içi su ile dolmuş ve görüş kabiliyetini kaybetmiş. Ancak Phelps buna hazırlıklı olduğundan ne yapacağını biliyormuş ve panik yapmayarak yarışı yeni bir dünya rekoru ile tamamlamış. Bir muhabirin bu şekilde nasıl başardığını sorduğunda ise verdiği cevapta hazırlıklı olduğunu ifade etmiş.
Kim olmak istediğimizi bir defa seçtiysek, “kırışıp katlanmış bir kağıt parçasının ya da bir ceketin sonradan her zaman tıpatıp aynı yerlerden kırışıp katlanmaya eğilimli olması gibi biz de neye alıştırıldıysak ona döneriz. Değişebileceğinize inanırsanız (ve bu inancı bir alışkanlığa dönüştürebilirseniz) değişim gerçek olur. Alışkanlığın gerçek gücü budur: alışkanlıklarınızın, siz onları nasıl seçtiyseniz öyle oldukları anlayışı. Bu seçim yapıldığı (ve otomatikleştiği) an, gerçek olmakla kalmaz, kaçınılmazda gözükmeye bizi karşı kaçınılmaz bir şekilde kaderimize doğru taşımaya başlar.
“iki genç balık yan yana yüzerlerken karşı taraftan yüzerek gelen yaşlı bir balığa rastlamışlar. Yaşlı balık onları başıyla selamlayıp ‘Günaydın çocuklar. Su nasıl bugün?’ diye sormuş. İki balık bir süre daha yüzmeye devam etmişler, sonunda biri başını çevirip öbürüne bakmış ve ‘Su da neymiş be yahu?’ demiş”.
Su, alışkanlıklardır, düşünmeden yaptığımız seçimler ve her gün etrafımızı kuşatan kararlardır. Ve o görünmez kararları tekrar görünür hale getirmek için onlara yalnızca bakmamız yeter. Su “ kendine gittikçe derinleşen bir kanal açar; ve akmayı kesip sonra tekrar akmaya başladığı zaman, önceden izlemiş olduğu yoldan gitmeye devam eder.”
Şimdi bu yolun yönünü nasıl değiştirebileceğinizi biliyorsunuz ümit ediyor ve düşünüyorum. Yüzecek güce sahipsiniz. Bilmiyorsanız bilmediğinizi sorarak öğreneceksiniz ( ben buradayım :-) ).
Bazı alışkanlıklar analize ve baskıya kolayca boyun eğer. Bazıları daha karmaşık ve inatçıdır, dolayısıyla daha uzun süre çalışmayı gerektirir. Bazıları içinse değişim hiçbir zaman tam olarak sonuçlanmayan bir süreçtir.
Ama bu, değişimin olamayacağı anlamına gelmez. Değişim hızlı olmayabilir, her zaman kolay da değildir. Ama gereken çaba gösterildiği taktirde hemen her alışkanlık zamanla yeniden şekillendirilebilir.
ÇERÇEVE:
Adım bir: Rutini tanımla ( alışkanlığınızı belirleyin )
Adım iki. Ödülleri dene ( farklı ödüller bul ve dene )
Adım üç: işareti belirle ( odaklanacağınız unsurları belirleyin ve listeleyin )
Adım dört: Planı yap ( işaret için plan yapın )


Kaynak: Charles Duhigg’ in “Alışkanlıkların Gücü” adlı kitabı.
Commentaires